AKIL BALIĞIM AMUDA KALKTI


3 Mayıs 2021

Cevizli / Maltepe / İSTANBUL

Kendi içindeki zindanlarda elleri ayakları bağlı olan benliği yıkılmaktan kurtulamıyordu adamın. Hayat tiyatrosunun bordo çuha perdesi aralanıyor, sahne sırası bir türlü adama gelmiyordu. Bu nasıl bir senaryoydu? Kendi hayatında başrol olması gerekirken, sahne arkasından sessizce yürüyerek geçen figüran bile olamıyordu. Adamın içindeki deryada boğulanın kendisi olduğunu fark etmesi, benliğinin ölümüyle aynı zamana denk gelmişti. Adam, hangi cenazeye ağlayacağına şaşırmış, en sonunda ruhuna tutunur vaziyette bulmuştu kendini.

Adını dahi unuttuğu bir kitapta okumuştu. “Kabuslar bitip de güzel rüyalar başladığında umut da tükeniyor demektir.” Peki, hiç rüya görmeyenler için umut var mıydı? Kendisi ve benliği arasında geçen savaşta komutansız, silahsız, elinde bir çakı dahi olmadan savaşmak nasıldı? Sadağındaki oklar tükenmiş, kollarında güç kalmamıştı. İnsanlar yahut sözümona insan olmaya çalışanlar bunu anlayabiliyorlar mıydı? Kendi münakaşası insana neler yaptırıyordu... Hiç gitmediği şehirleri özlemeye başladı. Tırmanmaya tenezzül etmediği ağaçlar, sıcak kum tanelerinden denize koşmaya hiç niyeti olmadığı o sahil kasabası, yıldızları izlemek için gittiği o tepe, uçmalarına özenip ellerini iki yana açarak peşinden koştuğu kuşlar, hiç sahip olamadığı uçurtma, arada bir kafasını toplaması için eline aldığı kitaplar... Yaptığı ya da yapamadığı her şey için buhran dolu bir gece geçiriyordu. Yaptıkları için hiç pişman olmamıştı. Yapamadıklarındaydı hep aklı. Aklı bir tek kendinde olamamıştı onca yıldır.

Kendini, benliğinden uzak tutmaya çalıştığı belki de son gece olacaktı. Kendisiyle nasıl savaşırdı insan? Bir kalp nasıl dayanırdı böyle bir savaşın çığlıklarına? Kalp, sadece kan pompalamaya yaramak dışında, bir de iki odalı ev olabilme çabasına nasıl çalışıyordu?

Hayatın tüm koşuşturmasının içinde işine daha da sıkı sarılıyor, sorunları göz ardı etmeye çalışıyor, insanlığı kendisinden ancak böyle uzak tutabiliyordu. Ve yahut böyle inandırmıştı kendini. İnandırmaktan da kaçamıyordu. İnanmaya inanmak istiyordu. Kiminle neye inandığını bilmeden, sadece yaşamak için yaşıyordu adeta. Kendine inanmasına biraz olsun ikna edecek sırları vardı. O sırları kendisinden bile saklıyordu. Kendine ne zaman sırdaş olacaktı? Kendine sırdaş olmayı bıraktığı ve insanlıktan uzak kaldığı bu zamanda, bir anda bir suskunluk başladı. Sustu, aklındaki balığı dinlemeye başladı. O da suskun olmaya yemin etmiş gibiydi. Geceleri hep çok konuşan bu akıl balığı nedense susuyordu. “Ulan en çok sana ihtiyacım var! Şimdi bok mu var da susuyorsun?!” serzenişini çayını doldururken aklına doğru yönlendirmek yerine çaydanlığa bağırmıştı. Boşluklar vardı odada. Odanın boşluklarından yine sızıp gelir miydi kadının hayalet gibi hayali? O kadar istiyordu ve o kadar da nefret ediyordu bu karmaşadan. Öyle bir karmaşaydı ki, iç organları da bir senfoni oluşturup bekliyordu kendi aralarında konuşmaktan yılmışçasına. Çayını alıp oturdu mutfaktaki masaya. Bir sigara yaktı. Mutfak masasının kalabalıktaki neşesini düşündü. Şu an yalnızdı ve o neşe dolu mutfak masası şu an sadece hüzün ve ıstırap peydah olmuştu.

Adamın kalbi, mavi kanlar akıtıyordu da sanki şansına küsmüş bir albino geceyi yaşamak zuhur ediyordu etrafında. “Bak!” dedi akıl balığı adama. Akıl balığı neye bakmasını istiyordu? Nereden geliyordu? Nereye gidiyordu? Patika yollardan geçen bir balıktı sonuçta. Neden yürüyordu bu balık? Balık nasıl yürüyebiliyordu, onu düşündü. Sonra sohbet ettiği kedileri hatırlattı. Bu balık kedileri neden kovalıyordu? O da mı düşmandı kedilere? Neden seviliyordu ki zaten kediler? O kediler değil miydi tüm kötülükleri adamdan savuşturan? Soruların arasında fark etti ki adamın aklı ters dönmüştü. Kimsesizliğin ortasında kimsesiz kalmanın ferahlığını yaşıyordu.

Bir Ankara masalını yaşarken bir anda İstanbul Karmaşalar Müzesi’ne bilet bulmuş gibiydi. Altın Bilet gibi görünen bu parlak kağıt parçası, müzede viran olmuş kaç hayatı gösterecekti ona? Sustu, kabullendi ve yaşamaya başladı. Denizin ortasındaydı, susuz hissediyordu. Kendine yalanlar söylemekten bıkmıştı. Bu hayat artık ona bile fazla geliyordu. Kendi hayatında kaçacak teras arayan bir adam neden böyle şeyler yapıyordu? Sustu. Etrafına bakındı. Galata’ya baktı, Kız Kulesi’ne bakıyordu o da uzaktan. Haydarpaşa’dan bir tren kalktı. Kadın da zamanında oradan gitmişti adamdan.

Tevafuk denen şey, uyku dolu gecede bir yangın sırasında pırasa saçlarını tarayan kadın gibiydi. Ev ve duvarlarla dolu o bahçe “Dostum!” diye seslendi adama. Göğe baktı, istikbali göremedi. Sonra sözcükler dökülmeye başladı. Koşarak bir kağıt buldu yerden. Cebinde taşıdığı kurşun kaleminden mürekkep akıyordu. Bu fırsatı kaçıramazdı.

 

Amuda kalktı aklım

Kurşun kaleminin bitti mürekkebi

Kediler havlıyor,

Kaçarken farelerden.

Sokak lambasının gözü seğiriyor.

Kim kızdırdı ulan sokak lambasını?!

Karganın selamını aldım,

Peyniri sordu, borcu varmış tilkiye

Tilki gelmez ki bu gri şehre

Şehir de gidemez gururundan

Tilki demiş “Utanın ulan!”

Uyanan var mı, uyumamış utancından?

Utanmak var mı hâlâ?

Sessizce bekleyenlerin yanında.

Bağırsak duyar mı bizi?

Duymaz, duysalardı olmazdı

Düşünceleri kalın bağırsak.

Hava aralığı var aklımda

Ondan kalktı zaten o da amuda

Düşsün, kalmasın kafamda hiç hava

Sesler çıkıyor havadan,

Suda ses yok, herkes korkuyor aklımdaki balıktan.

Korkmayın, suda yüzemez benim akıl balığım

Yürümeyi de öğrendi, o yüzden ağzını bağladım

Sonra ayakları acıdı, oturup ağladım.

Ağlamaktan sıkıldım,

Sıkılmaktan gülmeye başladım.

AKIL BALIĞIM AMUDA KALKTI


Yorumlar

Popüler Yayınlar