ARAFTAN HAYATA DÖNÜŞ

 

25.08.2024

Eryaman / ANKARA

Adam, uzunca bir yoldan gelmişçesine yorgundu. Evin sokağına girdiğinde onu karşılayan kediyi selamladı, onunla vakit geçirdi. Kıskanan diğer kediler de onların dansına katıldı. Bayram namazı çıkışı ahaliyle sohbet edercesine hepsiyle dertleşiyordu. Hepsinin ayrı derdi vardı. Kendilerinden görüyorlardı demek ki bizim avanağı. Yanlarından ayrılırken son bir el selamı vermeyi de unutmadı. Apartmana doğru yaklaştığında üst kat komşusunu başıyla selamladı. Sohbet etmek istemediğini o naif selamla anlatmıştı komşu teyzeye. Anlayışlı kadın, fark etti adamın kimseyle konuşmak istemediğini. Selamı aldı ve balkondan içeri girdi. Sırt çantasından anahtarını çıkardı, apartman kapısını aralayıp içeri girdi. Merdivenleri koşarak çıkmadı bu kez, yavaş yavaş, biraz da sarhoş gibi çıktı. Sarhoş değildi ama aklı başında da değildi. Kapısını açtı ve evin ruhunu selamladı. Kahve yapmak üzere makinasını hazırladı ve üstünü değiştirdi, balkona çıktı. Balkonuna gelen misafirine günlük mama ikramının ardından kucağına aldı. Bu misafir, çok naif ve güzel bir hanımefendi idi. Bu hanımefendi son zamanlarda onun biraz bu saçma ruh halinden uzaklaşmasına yardımcı oluyordu. Uzun sohbetler ediyorlar, sonra hiçbir şey olmamış gibi pati-el sıkışması ile vedalaşıyorlardı. Bu vedalaşmaların çok kısa zamanlı olacağı çok belli oluyordu. Zira adam hemen özleyip etrafta hanımefendinin adını bağırarak kendisini davet ediyor, hanımefendi de bir leydi edasıyla süzülerek geliyordu adamın balkonuna.

Kahve bitmişti, kitap yarılanmıştı. Hava kararıyordu. Ayaklarını uzattı ve gözleri tavanda, biraz nefes alabilmeliydi. Kapı çalıyordu. Kapı bu kez farklı çalıyordu. Adama misafir gelmezdi. Evde gürültü de yapmıyordu. Kim olabilirdi bu? Kapıya doğru yönelirken yirmi yedi farklı teori vardı aklında. Tüm teorilerle birlikte kapıyı açtı. Açtığı anda loş apartman ışığının altında onu görmüştü. Saatler bir anda akmayı bıraktı, zaman durdu. Hanımefendi miyavlamayı bıraktı. Güneş yeniden doğdu ve battı. Ankara bir anda dört mevsimi yaşadı ve bitirdi. Zaman durduğu yerde hızla aktı.

Kapıyı çalan Kadın’dı. Kadın elinde bir bavul yalnızlık ve düşüncelerin rahatsızlığı ile gelmişti. Kadın neden gelmişti? Nasıl gelmişti? Kiminle gelmişti? Yalnız mı gelmişti? Yoksa bizimkinden sonra sevda zannettiği tüm birikmiş feveranlarını da beraberinde mi getirmişti? Bu dengesiz tavırlar değil miydi, ikisinin bir arada tutulmamasının sebebi? Her ikisinin de terapilerde ömürlerinin geçmesi gerekirken, harika olduklarına bir şekilde inanmalarıydı belki de.

Adam, kadının yüzüne uzunca bir süre baktı. Kadının gözleri doluyordu. Gözleri doluyken daha da güzel bakabiliyordu kadın. Ancak adam bu kez bu gözyaşlarından etkilenmedi. Ona sarılmak istemedi. Öncesinde sadece onu görmek isterdi. Ona sarılmak, boynundan öpmek… Kadın, adamın tenindeki tuzlu tadı alıp beraberinde götürmek isterdi. Adam ise o gittiğinde hemen şehri dört dolaşır, kadına hikayeler toplardı. İlhami Abi öyle söylemiyor muydu Müzeyyen’e? Yoksa bizim avanak yine hikâyenin yanlış yerini mi hatırlıyordu? İkisi de aynı hikâyeyi biliyor, ancak bambaşka pencerelerden bakıyorlardı. Birisi, yine kavuşabileceklerine inanırken, diğeri hatayı hep karşıda görüp bir imkansızlığın içine dalıyordu. Oksijen tüpü de kullanmıyordu namussuz. Ekipmansız, taktiksiz, bilgisiz, imkânsız… olduğu gibi dalıyordu. Ama boğulacağından bihaber gibiydi.

İçeri girdiler birlikte. Adam çay demledi. Kadın, ayaklarını uzatacak oldu. Adam izin vermedi. Bu evde kadın sadece misafirdi. Hayatını bu evden ibaret tuttuğunu biliyordu. Kadın bundan da bihaberdi. Yüzü asılmıştı. Surat asmaya bahaneler arayan kadın için bulunmaz nimetti bu. Adama sesini yükseltmeye çalıştı. Adamın oralı olmadığını gördü. Bu, anlamsızdı. Kadın her geldiğinde adam kollarını açardı. “Haydi gel!” derdi adeta. Ancak bu kez “Annemler evde yok. Müsait değiliz.” diyen o çocuk olmuştu. Misafir olarak bile kabul görmüyordu bu evde. Neler oluyordu?

İlk çaylar bittiğinde, kadın sessizliği bozan ilk cümleyi kurdu. “Nasılsın?” Adam uzun uzun cevap verebilecek kadar dolmuştu. “İyiyim.” diyebildi sadece. Sustu. Her zaman konuşmak için bahaneler arayan bu adamın ağzından dişini çekercesine sözcükler alabiliyordu kadın. Ne olmuştu bu adama böyle? Kadın, biraz daha otursa kovulacağını hissetti. O yüzden konuya girmek istedi. “Neden geldiğimi merak etmiyor musun? Sormadın bile.” dedi. Adam gözlerinin içine baktı kadının. Gözlerini de kaçırmıyordu. Kadının bakışlarından da çekinmiyor, etkilenmiyordu. Adeta yabancı birine bakar gibi bakıyordu. “Nedenini biliyorum. Araftasın. Çıkmaya çalışıyorsun. Çırpındıkça batıyorsun. İçine daldığın o karanlıktan kurtuluş için ellerime ihtiyacın var.” dedi. Kadının gözlerinden birkaç damla çiy tanesi düştü yanaklarına. Adam, gözlerini dikti kadının gözlerine. “Araftan çıktım ben.” dedi. “Seni sevmeyi çok seviyordum eskiden. Seni özlemek bile lütuf gibi geliyordu. Ancak şimdi lütuf değil. Sırtımda bir dert olduğunu bildiğim bir yükü taşımayı bıraktım. Bak, orada. Apartmanın dışına bıraktım. Giderken onu da götür. Çöpe at. Zaten yaktım, kimse almasın diye.” dedi. Kadın ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Adamın on yılı aşkın süredir tanıdığı kadın belki de üç beş kez böyle görünmüştü adama. Bu kez, uzun sürecek bir yalnızlığın içinde boğulan kadına yardım edemeyeceğini açıkça söylüyordu.

“İstemiyorum…” ne kadar da kolay söyleniyordu… Eskiden istemek yetmez, istemeyi de istemek gerekir gibi gelirdi adama. Bu kez adam, gerçekten her şeyden uzaklaşmış gibiydi. Bambaşka biri gibi değildi. Hiç olmadığı kadar kendisiydi. Bilmem kaç sene geçen bu ayrılık zamanında kendini kaç kez kaybetmiş, kaç kez bulmuştu… Bu kez merkezine inmişti kendi dünyasının. İnmek için kaç kez yanmış, yeniden doğmuştu. Gökte kartal olacakken, Anka Kuşu gibi yanıp, küllerinden yeniden doğan kurt olmuştu. Tüm yalnızlığını da post yapmıştı kendine. Yıkılmaz bir duvar inşa etmişti kadının geleceği yönde. Bu yönden geçişler yasak olmuştu.

Kadın, araftan çıkan adama uzun uzun baktı. Bu araf, ikisini de deli etmişti. Kadın, gözlerinden düşen çiy tanelerinin önündeki kırmızı ışığı yeşile döndürmüştü. Gözlerinden dökülen damlaların önündeki engeller kalktığında adamın da zırıl zırıl ağlıyor olması gerekiyordu ama bu kez öyle olmadı. Adam bir heykel gibi duruyordu. Bunun sebebinin kendisi olmadığının farkındaydı. Bu farkındalık, dışarıdan vicdansızlık gibi algılanabilirdi. Ancak, öylesine yorgundu ki, sadece kalmak istiyordu öylece…

Kapının kapanma sesiyle kendine geldi adam. Kadın gitmişti. Bu kez sadece kadının fiziki olarak gittiğinin farkındaydı. Zira kadın az önce yanı başında otururken, adam kadından çoktan gitmişti. Bir araf vardı ve adam o araftan artık çıkmıştı. Hayata dönmeyi tercih etmişti. Bir başkasına gönül verdiği için de değildi bu. Sadece artık gönlünü kadından usulca aldığının farkındaydı. Kadın da çaba göstermedi. Zira, onca yıl kendisini bekleyen bir adamın kendisinden gitmesi kadar normal bir şey olmadığının o da farkındaydı. Kadın, adam tarafından artık beklenmeyecek olduğu farkındalığı ile yola koyulmuştu.

Balkona çıktı adam. Hanımefendi geldi. “Mama istemiyorum. Yanına uzanayım biraz, sen de sev beni. İkimiz de iyileşelim. Yaralarından kurtuldun artık. Şimdi iyileşme zamanı…” dedi. Adam, hanımefendinin en sevdiği sevgi hamlelerini yaptı ve biraz sessizce oturdular. Sonra hanımefendinin bir anda canı sıkıldı ve gitti. Adam bir kahve daha demledi. Oturdu balkonda. Sigaralar içti. Saymadı bu kez kaç sigara içtiğini. Sustu, bir sigaranın izmariti ile başka bir sigarayı yaktı. Kendini kötü hissetmiyordu. Uzun zamandır böylesine rahatlamış da hissetmiyordu. Yıllardır sırtındaki yükü, evinin dışına atmıştı artık. Bu küçük ev, artık yeniden sadece kendisine aitti. Kalesi haline gelmişti yeniden.

Gün doğuyordu. Adam oturduğu yerden kalktı. Yeni doğan güne selam verdi. Bu selam ile yeni hayatına başlıyordu. Adam, rahatlamıştı.

Ve fark etti. Araftan, hayata dönüş, başlamıştı.

ARAFTAN HAYATA DÖNÜŞ

Yorumlar

Popüler Yayınlar